Oya Ataman “Hepimiz İki-İkiyiz” Mesleğimizde Etnik Konumlar.“ Ingilizceden Türkçeye ceviren Tan Bodur, 2 Haziran 2013. Orijinal yazı: “Wir sind alle bi-bi” Wie stellt sich unsere Profession zur Ethnizitätsdebatte? In DAS ZEICHEN No. 78, March 2008 pp 138 – 143. Almancadan ingilizceye çeviren Oya Ataman, 2 Aralik 2012.
İlk Çevirenin Notu: Bu tercüme merhum Gary Sanderson’a adanmıştır. Onunla ve Hüseyin Korkmaz ile yaptığım görüşmeler bana 2008 yılında Alman İşaret Dili tercümanları için yayınlanan bu yazıyı yazmamda esin kaynağı oldu. Yazıda iç içe örülü üç bölüm bulunuyor: Türkiye’deki profesyonel durum, ABD’deki Coda/İşiten İşaret Dili tercümanlarının yaşadığı çelişki ve Graham Turner’ın yeni tercüme modeline dair vizyonu. 2008 yılından bu yana yukarıda bahsettiğim çelişki daha da belirginleşti. Öğrendim ki Türkiye’de Coda ve işaret dili tercümanı kavramları birbirine karıştırılıyor; zira şu anda hemen hemen tüm tercümanlar zaten birer Coda. Mesleğin ortaya çıktığı zamanlarda ABD ve Almanya’da da durum böyle idi. Şimdi ise durum tam tersi. Almanya’daki Coda olmayan tercümanların sayısı, Coda tercümanları büyük farkla geçmekte. (OA)
“Hepimiz İki-İkiyiz”: Mesleğimizde Etnik Konumlar
Amerikan işitme engelliler hareketi tarafından başlatılan etnik köken tartışması, “çift kültürlü ve çift dilli” sloganı üzerine de gölge düşürdü ve işaret dili tercümanlığına dair en belirgin model olan Ally da bundan nasibini aldı. Almanya gibi ABD’de de farklı etnik kökene sahip meslektaşlar arasında ilk anlaşmazlıklar gittikçe su yüzüne çıkıyor. Bu durumla baş edebilmek için İki-İki paradigmalarımızı gözden geçirmemiz ve yeni bir tercümanlık modeline geçmemiz gerekiyor. Bu çalışma, halihazırda ABD’de yaşanan durumun yanında Türkiye’de başlayan profesyonellik çalışmalarını özetlemekte ve Alman ikinci dil tercümanlar camiasının konumunu sorgulamaktadır.
Meslektaşlar Arasında Ayrımcılık
Hasan Hüseyin Korkmaz, Türkiye’nin başkenti Ankara’da Temel İşaret Dili (TİD) tercümanı ünvanına sahip ilk devlet memuru. Kendisinin aktardığına göre, TİD’nin 2005 yılında kabul edilmesine dek tercümanlık hizmeti işitme engelli eğitmenler tarafından veriliyordu. TİD’nin kabulünün ardından ilk tercüman sertifika programı 2007 yılında yürürlüğe kondu. Tercümanlık eğitimi daha emekleme döneminde olduğundan, ana dili işaret dili olanların sertifika için başvuru yapmaları doğaldı. İlk sınava giren 100 adaydan yalnızca 26’sı sertifika alabildi. Bu yeni profesyoneller, yüksek talep nedeniyle devlet tarafından tam gün mesai, ortalama maaş ve sigorta ile hemen işe alındılar. Her şehir için bir tercüman öngörülüyordu (Türkiye’de 81 il bulunuyor. Bunlardan başkent Ankara, 25.000 km2 üzerinde yüzölçümü ve 4 milyondan fazla nüfusa sahip). Türkiye’deki işaret dili tercümanlarına ait bu genel bilgi, son dönemdeki yasal gelişmelerin aksine, bir tabula rasa tablosu çiziyor. Bunun iyi tarafları mevcut; TİD camiası, ABD’de şu anda yaşadığımız çıkmazlarla karşı karşıya kalmak zorunda kalmadı. Söylediğine göre Korkmaz, ilk TİD Tercümanları Birliği’ni kurma hazırlığında. Babası yıllarca Ankara Başkent İşitme Engelliler Spor Klübü Derneği başkanlığını yaptığı için Korkmaz da 15 yaşından sertifika sahibi olana dek bu kurumda tercümanlık ve sekreterya işlerini yürüttü. Meslektaşlarının birçoğunu kişisel olarak tanıyor. Üç-dört istisna dışında bunların hepsi işitme engelli ebeveynlere sahip. Tercümanlar Birliği aynı zamanda bir Coda (Child of a Deaf Adult-Sağır ebeveynlerle büyümüş kişi) birliği gibi de çalışabilecek. Korkmaz’la 2007 yılında Madrid’deki WFD sırasında tanıştım. Kendisi, Gary Sanderson’ın Madrid’de tercüman olarak çalışan Coda’larla ilgili konuşmasını dinledikten sonra, işaret dili ikinci dilleri olan (az önce bahsettiğim) üç-dört istisna tarafından dışlandığı izlenimine kapıldığını söylemişti. Sanderson’ın ilham verici konuşmasının ardından Korkmaz, Sanderson ve ben, mesleğimiz ve etnik kökenler üzerine ateşli bir tartışmaya giriştik.
Gary Sanderson (bu yazının yazıldığı sırada), California State Üniversitesi’nde İşaret Dili tercümanı olarak görev yapıyor. RID (Registry of Interpreters for the Deaf-İşitme Engelliler için Tercümanlar Sicil Dairesi) bölge temsilciliği de dahil olmak üzere uzun bir profesyonel geçmişe ve birçok ödüle sahip. Sanderson, ABD’de işaret dili tercümanlığı uluslararası açıdan olgunlaşmış varsayılmasına rağmen, birlikte etkin çalışma yürütememekten dolayı Coda ve işitme engeli olmayan meslektaşlarının birbirlerine kalıplaşmış önyargılarla yaklaşmakta olduklarını belirtiyor. Kendisinin Amerikan söylemi ile ilgili düşüncesine göre, işitme engelliler özgürleştirme hareketi ile başlayan ve işitme engeli olan ve olmayanları ayıran bu bölünme -hernekadar “siyaseten doğruluk” ile örtbas edilmiş olsa da- bu kalıplaşmış önyargının kaynağını oluşturuyor.
Coda tercümanları arasında “gerçek, otantik tercümanlar bizleriz” şeklinde bir varsayım hakim; doğal olarak bu düşünceyi işitme engelli olmayan tercümanlar da kendileri adına taşıyorlar; Coda’ların meslek ile aralarına mesafe koyamamaları; sağır yarılarını evde bırakıp tarafsız olamamaları, herşeye karışma ve kontrol altında tutma ve herşeyi daha iyi bildiklerini düşünme eğilimleri, eleştiriye açık olamamaları ve dolayısıyla takım halinde çalışamamaları, dahası seslendirmede büyük zorluk yaşamaları bu karşı varsayımlardan bazıları. Tüm bu varsayımlar, Coda’ların sağır anne-babadan doğmuş ve/veya sağır kültürü ile yetişmiş oldukları gerçeğine bağlanıyor; işitme engelli müşterilerle karşılaştıklarında farkında olmadan birden bire kendilerini ebeveynlerinin karşısında bulan çocuklara dönüşüyorlar ve geri çekiliyorlar. Bir çocuğun tercümanlığına inanmanın da güç olduğunu kabul etmek gerek.
İşitme engelli olmayan tercümanlardaki “asıl biz gerçek profesyonel tercümanlarız” varsayımının Coda meslektaşları arasında uyandırdığı yargı ise şöyle: İşitme engeli olmayan meslektaşlar müşterilerine karşı duyarsız, kaba ve hatta ikiyüzlüler; ellerinde bir tercümanlık payesi olduğu için herşeyi daha iyi bildiklerini sanıyorlar; bir müttefiki bir yardımcıdan ayıramıyorlar, hatta işaret dilini kullanmakta büyük zorluk çekiyorlar; Sağır kültüründen hayli uzakta –sömürgeci düşüncenin tabiri ile “bitaraf” yaşadıkları için de iddiaya göre Sağır kültürü hakkında hiçbir fikirleri yok; sağır insanların paralarını sömürüyorlar ve ne çift dilli, ne de çift kültürlü olduklarından dolayı iyi bire tercüman olamıyorlar.
Güç farklılıklarıyla dolu bir dünyada yaşayıp çalışıyor olmamız nedeniyle “hükmeden” ve “işiten”leri bir tarafa, “hüküm altında olan” ve “sağır”ları ise karşı tarafa yerleştirmek, kendilerini etnik anlamda yarı sağır, yarı duyan tarafta kabul eden tercümanların, -bu güç dengesinin üst tarafında bulunan- işitme engeli olmayan meslektaşları tarafından ayrımcılığa maruz bırakılmaları muhtemeldir. Ancak Türkiye’de tercümanlığın geleceğinden endişelenen ve profesyonel ayrımcılığı bir problem olarak gören tek kişi, aynı zamanda kendisi de bir Coda olan Korkmaz değildi. Sanderson’ın sunumu sonrası konuşma fırsatı bulduğum işitme engelli olmayan meslektaşlar da birden fazla kez bu acı dolu ayrımcılıkla karşı karşıya kalmışlardı, zira acı ve hayalkırıklığı güç dengesinin avantajlı ucunda da hissediliyor. Yakından bakıldığında mağdur-mücrim yaklaşımının işe yaramadığı ortaya çıkıyor. Bunun daha iyi anlaşılması için Sanderson’ın anekdotunu örnek olarak verelim: Takım çalışmasıyla mükemmel bir iş çıkaran iki tercüman, yaptıkları işi gözden geçirmek için bir araya gelirler. İşitme engelli olmayan tercüman Coda meslektaşına, -tercüme sırasında karşılarına çıkan- belirli bir ifadenin işaret dili karşılığını nasıl olup da bulabildiğini takdirle sorar. Cevap: “Bulabildim, çünkü ben bir Coda’yım”.
Coda Kıskançlığı
Sanderson’a göre, Sağırlar camiasının değerlerine ters olarak, ASL tercüme camiasına ait değerler oldukça fazla “işitiyor”. İşitme engelli müşteriler artık ticari kaynak haline dönüşmüş ve sağır tercümanlar mesleğe alınırken tereddüt ediliyor. Kendini besleyen eli ısırmamak adına bu çelişkili davranışlar Coda tercümanların arkalarından yapılıyor, sağır müşteriler ve meslektaşlara siyaseten doğru tavırlarla yaklaşılıyor. Buradaki şiar, “Hepimiz İki-İkiyiz (Coda’lar hariç)”. Sanderson’ın meslektaşı Sherry Hicks, bunu psikoanalizdeki penis kıskançlığına benzetiyor ve “Coda kıskançlığı” [1] adını veriyor, ironik bir biçimde sosyal kapitalin de içinde kavrulduğu elden çıkarma, alma, satma –ya da çalma- şaşırtmacalarına dair psikoanalitik konulara işaret ediyor.
2001 yılında görüntülü hizmetlerin RID sertifikalı tercümanların yerini alarak işi daha da zora sokmalarından önce bile, diyor Sanderson, piyasada zaten yeteri kadar tercüman yoktu. İşaret dili tercümanları için bir talep, bir pazar ve bir kapital mevcuttu, özellikle de eğitimci tercümanlar ve “rengi farklı olanlar” için. Okullar o denli çok Coda tercümanı eğitti, izledi ve işe aldı ki RID sertifikası olmayan eğitimci tercümanların sayısı ülke genelinde 7500’e dayanmıştı. Bu sırada eğitimci tercümanlar organize olarak kendi sertifika standartlarını sundular: EPIA (Educational Interpreter Performance Assessment – Eğitimci Tercüman Performans Değerlendirmesi)[2]. Sanderson, Eğitimci Tercümanlar’ın RID’e 2006 yılında -zor bela- katılabilmelerinde etkili olabildi. Sanderson, tercüme eğitim programlarında özellikle Coda tercümanlar konusunda endişeliydi. Eğitmenlerin Coda’larla ilgili düşünceleri faydasız bir omuz silkmeden ve yukarıdaki önyargılarla dolu boş konuşmalardan ibaretti: Coda’lar geçmişleri ile barışamıyor, İngilizceleri güçlü değil ve öğretilen içeriğe karşı koyuyorlar. Eski bir IDP (İşitme Engelli Ebeveynlere sahip Tercümanlar) bölge temsilcisi [3] olan Sanderson farkındaydı ki hem eğitmenler, hem de sınıftaki diğer öğrenciler Coda’ların becerilerine dair düşük beklentilere sahiplerdi. Birinci dili işaret dili olanlara görsel eğitim ve öğretim metodları uygulanmıyor, Coda’ların getirdiği kaynaklar sınıfta değerlendirmeye alınmıyor ve bunlara sınavlarda da yer verilmiyor.
Eğitimciler tarafından ortaya konulan profesyonellik modeli, kendi sözlü gelenekleri ve armağan kültürlerine ters düşüyor[4]. Sanderson’ın iddiasına göre birçok Coda, sağır bir aileden geldiğini saklıyor ve zorlu eğitime ek olarak bir de eğitim aldığı çevredeki algısal uyumsuzluğa katlanmak zorunda kalıyor. İşitme engelli öğrenciler ve “farklı renkli” insanlar da RID sınavlarında daha düşük başarı elde etmeye meyilliler.
Kültürel Şizofreni
Sanderson gibi, Ernst Thoutenhoofd da “The Sign Language Interpreter in Inclusive Education: Power of Authority and Limits of Objectivism – Kapsamlı Eğitimde İşaret Dili Tercümanı: Otoritenin Gücü ve Objektifliğin Sınırları” (2005) başlıklı makalesinde temel sorulara işaret ediyor. Thoutenhoofd, anaakım ortamlarda çalışan eğitimci tercümanların, halihazırdaki güç yapılarının korunabilmesi amacıyla azınlıkların sosyal hayata dahil edilmeleri adı altında kültürel bağlamda uyumlandırmada [5] kurumsal bir araç olarak işlev gördüklerini ikna edici biçimde ele alıyor. Ally, kültürel farklılıkların yumuşatılmasını ve tercümenin iki çelişkili hedefine ulaşmaya çalışıyor: tercümenin, terminolojinin konuşma dilinde tekrar oluşturulabilir hale gelebilecek şekilde yapılması, ve ders içeriğinin müşterinin ana dilinde tam olarak anlaşılması. Bunun sonucunda ortaya çıkan dil, ilgili milli işaret dili ile konuşma dilinin transliterasyonunun (kaynak dildeki harf ve kelimelerin hedef dilin grameri gözetilmeksizin devşirilmesi) bir karışımı haline geliyor. Ally bunu yapmakta ne kadar yetenekli ise, eğitim sisteminin –tüm öğrencilerin ihtiyacını karşılayabilmek için eğitim materyali ve sınav prosedürlerinde yapması gereken- değişikliklerin gözardı edilmesine sebep olarak bu elzem değişimin yolunu da tıkıyor.
Ally tercümanların okullarda yasaya uyulduğunu göstermek adına çalıştırılıp suistimal edilmeleri, Ally modelinin tam anlamıyla başarısız olduğu değil, onu tekrar değerlendirmemiz gerektiği anlamına gelir. Herşeyden önce bu model, yukarıda da değindiğimiz gibi, bir kültürel kapital olan İşaret Dilinin zengin kaynağını yok ederek Sağır okullarının kapanmasına yardımcı olmaktadır. İlk bakışta anaakımcılık büyük başarı olarak görünse de daha yakından incelendiğinde “dahil edilen” neslin, konuşma dili ve işaret dili arasında melez bir dille konuştuğu, ve yüksek kaliteli İşaret Dili eğitimi almış işaret dili tercümanlarına nazaran ana diline gittikçe daha az hakim hale geldiği farkedilmektedir. Bu noktada Thoutenhoofd tarafından da endişeyle özetlendiği gibi, Sağır camia kendi kültürel kapitalini tercümanlara kaptırmaktadır. Thoutenhoofd bunlardan “işiten” olarak bahsetmesine ragmen, eğitimsel tercümanların birçoğu, aslında EIPA’nın kuruluşundan önce RID tarafından dışlanan birer Coda’dır. Bu örnekte onlar, farklılığın sağır tarafında olan kendilerinin güçlerini ellerinden alan güç yapılarının devamını sağlamaktalar.
Öz’ün İkilemi
Tercümanlık eğitimine dair halihazırdaki materyal ve metotlar ne siyahiler, göçmenler veya işitme engelliler gibi etnik azınlıkların ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirilmiş, ne de Coda’ların özel ihtiyaçlarına hitap eder durumdalar. Coda eğitimi alanlar kendilerini içinde bulundukları topluluklardan ve onların kültürel adetlerinden soyutlamadıkları sürece kariyer hedeflerini gerçekleştirmek uğruna süregelen ikilemleri yaşayacak ve kendilerini yukarıda bahsi geçen şizofrenik durumun içinde bulacaklar.
Fonosentrik (sesmerkezci) toplumumuzda (etnikmerkezci, Bauman ile görüşme, 2008), sağır-işiten çift kültürlü ve çift dilli bir kişisel geçmişle baş etmek için gerekli kavramsal yapılara kolayca ulaşmak mümkün değil. Sömürgecilik sonrası teoriler arasından işe yarar bazı konseptler bulup çıkartmak ve bunları kendi düşmancıl iş ortamımıza uydurmaya çalışmak mümkün olabilse de, onların istikrar sunabilen uygulamaları bu senaryo için geliştirilmiş değil. Diğer bir deyişle; işiten beyaz insanlar çocukluktan itibaren eğitim yolunda ilerleyebilirken sağır sınıflarında çift dilli eğitim henüz emekleme sürecinde ve Coda’lara dair müdahaleler de hala “tartışılıyor.” Çare olabilecek stratejiler her ne ise bunları ne masallarda, ne okul kitaplarında, ne de Hollywood filmlerinde bulabilirsiniz. Hatta neden bahsettiğiniz hakkında fikri olan bir psikoterapist bile bulamazsınız. Kendinize ait pozitif bir fikir oluşturabilecek hazır, yapıcı ve hayatın içinden kimlik kalıpları da bulamazsınız. Yukarıda bahsi geçen önyargılar içselleştirilmiş hale geldiğinden, uzun zamandır süren bastırılmışlık ve yalnızlık dolu özünü sorgulamalar, yerini pozitif bir kişiliğe ilk adım olarak CODA International [6] gibi organizasyonlar tarafından sunulan Coda inziva toplantılarına katılmaya bırakır.
Kişisel ve profesyonel alışveriş imkanı sunan Coda toplantıları, birçok açığı olan “kişisel gelişim grupları” modeline göre belirlenmiştir. Sözkonusu problemlerin riskli karmaşıklığından sıyrılmak adına içi doldurulmuş kültürel sloganlar olarak “Sağır şu”, “işiten bu”, “Coda şu” gibi betimlemeler gibi kullanılır.
Yalnızca işiten değil, aynı zamanda sağır kültürü de birer fetiş haline getirilir ki asıl sorunun üzeri kapatılsın: geçerli güç yapılarının korunması. Kendi kendini yüceltmek, diğer kültüre bir adım atma riskinden çok daha rahattır. Yukarıdaki önyargılara tutunmak statükoyu devam ettirir (Sanderson’a göre doğru ya da yanlış her durumda “öyle yaptım, çünkü ben bir Coda’yım” gibi cevaplar, söyleyeni sağır ebeveynlerden doğduğu gerçeği ile mazur gösterir). Geribildirimin önünü kesmek yerine her iki meslektaş da bu tercümenin gerçekten bir dilbilimsel smaç mı, yoksa akıllıca yapılmış bir Ally manevrası mı olduğunu analiz edebilirdi. Ortamda tam olarak bu şekilde tercümeyi gerektiren özellikler nelerdi? Sağır caminın değerleri bu meslekle herhangi bir şekilde ilintili ise, anadilleri işaret dili olan Coda ve sağır tercümanların da ilintili kaynaklar sunduklarını söylemeye bile gerek yok. Ancak bu kaynaklar hazır somutlaştırılmış olarak gelmezler. Öyle olsaydı onları analiz edebilir, belgelendirebilir ve iletebilirdik. Uygulanabilir sömürgecilik sonrası söylemlerin olgunlaşmamış ve “ulaşması” zor olmalarının yanında, paydaşların da kendi kapitallerini müzakereden ve dolaşımdan uzak tutma yönünde büyük bir istekleri mevcut. Onun yerine bunlar bulandırılır (mistifiye edilir). Ne de olsa piyasada tercümanlar azaldıkça varolan bağımlılıklar da o denli vahim bir hal almaktadır. Sonuç olarak bu gizeme sokma hem sağır hem de Coda tercümanları, özellikle de uluslararası olanları aynı seviyede etkiler. IS tercümanı ve öğretmen Bill Moody’nin, hayranlarının bulandırmaya yönelik yaklaşımlarına hazır tepkisi şudur: “Hayır, Uluslararası İşaret Dili Tercümanları tercüme gurusu değillerdir”. Aslında problem tüm İşaret Dili tercümanlarını ilgilendirir, zira bulandırma bizim tercüme modelimizin özünde mevcuttur. “Ya şu, ya da bu” ontolojisinde “işiten-sağır” ve “ehil-malül” gibi zıtlıklar içinde kategorize edilen kim veya ne olursa olsun ya lanetlenir, ya da baştacı edilir.
Gizemsizleştirme!
Sanderson ve Thoutenhoofd birlikte gizemsizleştirmeye davet ediyorlar. Benzer şekilde Graham Turner da 2005’te Dünya İşaret Dili Tercümanları Birliği (WASLI) açılış konferansında bu daveti yapmıştı. “İşaret Dili Tercümesinin Bazı Ana Bileşenleri” (2006) başlıklı makalesinde Turner yeni bir tercüme modeli tanıtıyor. Meslektaşlarımla yaptığım tartışmalarda biz buna şeffaflık modeli adını verdik. Turner, makine modelinin işlevsiz olduğunun kanıtlandığını, zira tercümanların, makinelerin aksine, karar verebilme yetisine sahip olduklarını tartışıyor. Ancak takip eden Ally modeli, tercümanı karar verme ağırlığı altında eziyor çünkü her bir karar, o kararı vermek için gerekli bilgiyi edinme görevini de beraberinde getiriyor.
Turner’a göre en tatminkar tercüme ortamı, –yalnızca tercümanların değil- tüm katılımcıların tercüme sürecini anlayabildikleri ve iletişimi daha etkin bir hale getirme yolunda işbirliği yaptıkları bir ortam. Böylesi bir ortamda tüm taraflar iletişimin başarısı için kendi katkıları ve stratejilerinden sorumlu oluyorlar. Turner, kuantum mekaniğinden bir varlıkbilim fikrini tercüme sürecine adapte ediyor: Fenomenler (görünüşler), yalnızca onlar üzerinde bilgimizi ifa ettiğimizde var olurlar. “Diğer bir deyişle, lisanın manası yalnızca ‘kelimelerin içinde’ değil, aynı zamanda onları nasıl anladığımızda -da var olduğundan, bir tercüme ortamında bulunan herkes, etkin iletişimin sağlanması için sorumluluğu paylaşıyor, “hepimiz bu işte beraberiz! (108).
Bu model, tercümanın “makine” ve “Ally” arasında bir noktada konumlanmak yerine, tercümenin ne olduğuna dair bir sosyal farkındaklık oluşturulması yönünde çalışıyor. Onu şeffaflaştırmak –ve bu sayede gizemsizleştirmek durumunda. Turner, sağır ve işiten profesyoneller ve akademisyenler arasında yoğun bir işbirliği öneriyor. Turner tercüme çalışmalarındaki sosyolojik dönemecin yeni bir söylemi mümkün kıldığını, ancak tartışmanın öğrenci veya tercüman için fazla akademik olması durumunda hiçbir yere gidemeyeceğini yazıyor. Daha fazla araştırma yapılmasını vurgulayan Turner, “tercümenin ne olduğu, nasıl işlediği ve bu işi yapanların ne iş yaptıkları” (109) konusunda daha ulaşılabilir yolların bulunmasını öneriyor. Amacı, muntazam ve pratikte anlamlı bir dizi alışkanlık /davranış yerleştirerek uzman olmayanların da –sağır veya işiten müşteriler gibi- konu üzerinde hem birbirleriyle hem de tercümanlarla iletişim kurabilmelerini sağlamak.
İlk bakışta pratik değilmiş gibi görünse de Sanderson’ın 2007 Ağustos’unda senelik RID konferansı sırasındaki görüşlerinin çok daha tutarlı olduğu anlaşılıyor. RID üyeleri, anadil tercümanları ve Sağır organizasyonları temsilcileri, bir açık oturumda güncel çelişkileri ele alma cesaretini gösterdiler: Kısa süre önce RID, EIPA sertifikasyonunu (ve zımnen kabul edilen anaakım eğitimi) Sağır topluluğunun oyu olmaksızın tanımıştı. Bu oturum ortak bir paydada buluşmak açısından öyle başarılı geçti ki eyalet seviyesinde de tekrar edilmesine karar verildi. Konferansta ASL L1 öğrencilerinin ihtiyaçlarına hitap edebilmek amacıyla Interpreters with Deaf Parents (Sağır anne-babaya sahip tercümanlar) forumu, “Sınıftaki endojen tercümanlar” çalıştayına evsahipliği yaptı. Sherry Hicks, ASL’de hikaye anlatımı ve ABC hikayelerine dair hızlandırılmış bir kurs verdi; Jason Norman, katılımcıların Eragon adlı fantastik destandan sahneleri canlandırdıkları bir sinematik gösteriyi ASL halinde sundu ve Lynette Taylor da görsel okur-yazarlık eğitimi altında Odyssey’den bir kısmın tercümesi ile kapanış yaptı. Uygun öğretim ve öğrenim tekniklerinin araştırılması amacıyla katılımcılardan hem konuşma, hem de işaret dilinde “yüksek sesle düşünmeleri” ve “yüksek sesle hissetmeleri” istendi. Sanderson bu deneyi neşeyle anımsıyor, öğretme metotlarının kullanılmasının gerçekten bir fark yarattığını belirtiyor ve konu üzerinde daha fazla araştırma yapılmasını öneriyor. Sanderson’a göre IDP, ana dili işaret dili olanların kaynaklarını ortaya çıkarmadaki amacını, onları ilgili herkesin faydalanması için kullanmak şeklinde tanımladı. Anadili işaret dili olan sağır ve coda’lar ve [8] ikinci dili işaret dili olmasına rağmen işaret dilini anadili gibi bilenler, sağır ve işiten rehberlerin gözetiminde yoğun bir eğitime gireceklerdi.
Baskılanmadan uzak bir sınıfta bu tercüme öğrencileri kültürel köprüler kurarak ortak paydalar bulabilecek- çünkü işiten öğrenciler de çocukluk tecrübelerinden ileri gelen sebeplerden ötürü işaret dili tercümanlığında kariyer yapma şansı elde edebilecek. İşiten öğrenciler ve meslektaşlarla yaptığım açık ve samimi sohbetlerde öğrendim ki hepimizin bu kariyeri seçmemizin ardında bir amaç var, ve bu amaç kendilerinin birer kadın, birer göçmen, veya birer homoseksüel vs. olarak ortada kalmışlıklarından kaynaklanıyor olabilir.
Genel Görünüm
Sanderson ve meslektaşları, işaret dili anadilleri olan sağır ve işitenler için yeni İşaret Dili Tercüme müfredatları üzerinde çalışıyorlar. Hasan Hüseyin Kormaz bir TİD Tercümanları birliğini kurma yolunda ilk zorlukları yaşıyor olsa bile ilk Türk Coda toplantısını (bu yazının kaleme alındığı tarihe göre) Nisan ayında Kapadokya’da gerçekleştiriyor. Yeni nesil tercümanlarda kritik özgüven oluşturma amacı ile farklı tercüme modelleri ve bunların olası sonuçlarını tanıtmayı planlıyor. Peki biz Almanya’da ne yapmayı planlıyoruz? O zaman haydi tartışmaya girişip bizleri bekleyen çelişkileri karşılayalım.
Referanslar:
Baumann, Dirksen (2008): “Listening to Phonocentrism with Deaf Eyes: Derrida’s Mute Philosopy of (Sign) Language.” Essays in Philosophy 9 (1). http://commons.pacificu.edu/eip/vol9/iss1/2/ (Dec 2nd, 2012).
Mauss, Marcel (1978): “Die Gabe. Form und Funktion des Austausches in archaischen Gesellschaften.”Soziologie und Anthropologie. Bd. II. Frankfurt a. M.: Ullstein, 9-144). (English title: The Gift: Forms and Functions of Exchange in Archaic Societies)
Thoutenhoofd, Ernst (2005): “The Sign Language Interpreter in Inclusive Education: Power of Authority and Limits of Objectivism.” The Translator 11 (2), 237 – 259 (Special Issue, Ed. Moira Inghilleri).
Todorov, Tsvetan (1996): L’homme dépaysé. Paris: Ed. Du Seuil.
Turner, Graham (2006): “Some Essential Ingredients of Sign Language Interpreting.” Rachel Locker McKee (Ed.). Proceedings of the Inaugural Conference of the World Association of Sign language Interpreters, Worcester, South Africa. October 31st-November 2nd 2005. Coleford, UK: McLean Publishing, 106-114.
[1] Sherry Hicks’e konu hakkındaki detaylı tartışmalarımızdan dolayı teşekkür ediyorum.
[2] EIPA web sitesi http//classroominterpreting.org.
[3] IDP web sitesi http: //www.idp.rid.org.
[4] Bir Armağan Alışverişi (gönüllü bir servis veya onursal bir görev de dahil olmak üzere), her hediye karşılığında karşı taraftan bir hediye verilmesi ile gerçekleşir. Alınan her yeni hediye bir öncekinden değer anlamında biraz daha yüksektir ve bu bağın değerini arttırarak hem döngüyü sağlar, hem de grup dayanışmasını güçlendirir. Bunun tersi olarak kapitalist ekonomi ise tarafsız para birimi kullanımı ile kaynakları tüketme ve sosyal aidiyetsizlik üzerinden pazar avantajını besler (Mauss, 1978).
[5] Akültürasyon konsepti, medeniyet inşa etmemiş vahşi hayvanların, taklit yolu ile medeni veya terbiye edilmiş hale gelmelerine dayanır. Kavramsal bir alternatif olarak Tsvetan Todorov “transkültürasyon” (1996, 128f) terimini öne sürmüştür. Buna göre bir deneğin başka bir kültür içine katılması, onun asıl kültürel referans çerçevesindeki bütünlüğü ortadan kaldırır.
[6] CODA International web sitesi http//www.coda-international.org.
[7] 3 Ağustos 2007 tarihli IDP protokolünü bana ulaştıran ve konu hakkında yorumlarını paylaşan Lynnette Taylor’a teşekkür ediyorum.
[8] Fikirlerimizin etnik aykırılıkların ötesinde bulunmasi için, baş harfleri küçük yazıyorum.
Pingback: “Hepimiz İki-İkiyiz” Mesleğimizde Etnik Konumlar | coda+